Dört nesildir süren hastalıklı ilişkiler...
Psikolojik derinliğe sahip bir roman: Sağır Bellek
Çocukların öğrenme hızı insanı hayrete düşürür. Duyularına bombardıman yapan verileri çok kısa zamanda bilgiye dönüştürürler. Bir de tabii bunun tersi bir yaş var, öğrendiklerini unutma yaşı. Benzer bir hayreti de onlarla yaşıyoruz. Bugünlerde hızla unutmaya başlayan anneme baktıkça, çocukların sürekli genişleyen belleğinin aksine annemin önce bilinçli bir şekilde, şimdiyse doğal akışında, algı alanını daralttığını görüyorum.
Bu düşünceler Melih Ergen’in Sağır Bellek adlı romanını okurken iyice zihnimi meşgul etti. Roman, dört nesil boyunca bir ailenin baba-oğul ilişkileri temelinde gelişiyor. Roman kahramanı Mahmut, babasının günlüklerinden ve anlattığı hikâyelerden aile geçmişini yeniden kurmaya çalışıyor. Bazı yaşlılarda olduğu gibi, babası yakın günleri hatırlamıyor ama çocukluk anılarını tüm detaylarıyla anlatabiliyor. Aslında Mahmut babasının anılarına ilgi duymuyor, asıl merak ettiği annesi ile ilgili bilgiler. Belli ki annesinin intiharı Mahmut’un hayatını belirleyen en önemli etkenlerden biri olmuş. Babasından duymak istediği, annesinin neden intihar ettiği, geride bıraktığı mektupta ne yazdığı ve tabii mutsuzluk nedeni. Roman ilerledikçe babasının dedesiyle ilişkisi kendi ilişkisine ayna tutmaya başlıyor; aynı şekilde kendi oğluyla ilişkisini de anlamaya başladığını görüyoruz. Ailede dört nesildir süren hastalıklı ilişkilerin, domino taşları gibi nasıl birbirlerine zincirlendiğini de anlıyoruz.
Gizemli anlatıcı
Roman sadece dengesiz baba-oğul ilişkileri üzerine değil, yazar bununla birlikte yaşlılık ve ölüm korkusu temalarını da yerleştiriyor romana. Romanın ana temalarıyla çok bağlantılı olmasa da, bir başka konu da hoş geliyor okura, bu da Mahmut’un cumhuriyetle yaşıt babasının çocukluğu boyunca Anadolu’nun farklı kasaba ve şehirlerinde geçen hayat hikâyesinin inandırıcı tarihi arka planı.
Bazı romanlar, konu ile form arasında paralellik kurarlar. Sağır Bellek de bunu başaran romanlardan. Konunun büyük bir bölümü, demans etkisiyle bulanıklaşan bir zihnin anılarından oluşuyor; kurgu ise bazı karakterleri ve olayları bilinçli olarak karanlıkta bırakarak aynı etkiyi gerçekleştiriyor. Körleşen bir beynin anlatısını, anıları körleştirerek gerçekleştiriyor. Böylece romana gizemli bir hava vermeyi başarıyor yazar. Örneğin romanın anlatıcısı hep gizemli kalıyor; bazen Mahmut’un zihninin içinden gelen bir ses gibi duyuluyor, bazen alt benlik gibi.
Gizem sadece anlatıcıda değil, romandaki kadınlar da aynı şekilde gizemliler. Mahmut’un evini temizleyen kadın ya da karısı ya da annesi, hepsi benzer bir perde ardında kalıyorlar. Aslında bu durum erkeklerin kopukluğunun nedenini açıklıyor, çünkü ilişkileri sağlamlaştıran kadınlar yok hayatlarında. Mahmut’un babasıyla ilişki kuramamasının nedeni annesinin yokluğu; karısı ve kızı ile de boş bir ilişki içinde çünkü oğlunun boşluğunu dolduramıyorlar. Kadınlar silik değil, sadece varlık göstermiyorlar; yoklukları ağırlık olarak hissediliyor.
Romandaki nesilleri bir arada tutan motifler kullanılıyor. Bunlardan biri, babalardan öğrenilen şarkılar ve dualar. Bir diğeri ise her birinin baba kokusuna duyduğu özlem.
Melih Ergen hem şiirsel hem de psikolojik derinliğe sahip, eşsiz bir romanla çıkıyor okurun karşısına. Kurgu yavaş çözülüyor, ilk başlarda anlatıcı, Mahmut ve baba iç içe giriyor. Anılar çoğaldıkça ayrışmaya başlıyorlar hatta zıtlıklar belirginleşiyor. Bir aile hikâyesi içinde hesaplaşmalar, kırgınlıklar ve sonunda affedilme ile tamamlanan bir dram.
Böylesine güzel bir romana iyi bir editörün elinin değmesi gerekirdi. Bazı sözcükler gereksiz yere tekrarlanmış ve bir miktar dizgi hatası var kitapta. Tabii bunlar önemsiz detaylar; roman öylesine etkileyici ki, bunu düşünmüyorsunuz.
Radikal Kitap Eki
5 Temmuz 2013