Kitaptaki en önemli motif, Baba- Oğul ilişkisi motifidir ve romanın
iskeletini oluşturmaktadır. Bu motif, yazarın ölümleri hazmetmeye çabalarken
kaçınılmaz olarak kanalize olduğu ve ameliyat masasına yatırmak zorunda kaldığı
bu ilişki, Hafız Mustafa’yla Suat; Suat’la Mahmut; Mahmut’la da oğlunun ilişkisi olarak ele alınmaktadır. Tüm bu
ilişkilerin ortak noktasında babanın oğlunu iş-güç yüzünden neredeyse
görmediği, hatta yok saydığı, aynen kendileri gibi onların da nasıl olsa büyüyüp gideceklerini sanmaları
vurgulanırken, oğulların ise babalarından gelecek yakınlığa ihtiyaçları olduğu,
gelişmeleri sırasında özellikle babaları tarafından farkedilmeleri gerektiği,
onlardan takdir bekledikleri ve bunu pek ender görebildikleri, sonunda
aralarındaki ilişkinin hastalıklı bir ilişkiye dönüştüğü anlatılmaktadır.
Yazara göre, baba oğul ilişkisi belli
özellikler taşımaktadır: Artık hayatta olmayan oğulun özellikleri babada
bulunabilir ve bu nedenle baba kendisini tanıyarak oğlunun anlayabilir:
“Oğlunun da duygularını anlamaya yarayabilirmiş bu an’lar: ‘Bir insanın hayat
boyunca edindiği kimliğin sırları yaşayagelmekte olduğu hayatın yanı sıra
hücrelerinde de saklanmaz mıydı zaten hep?’ (S: 49). Oğul babaya er geç benzer.
Yazar Mahmut’un, yani kendisinin babasına benzediğini kabul etmek zorunda
kalır: “Mahmut’sa bütün bir gece boyunca anlattıklarından sonra gözümde giderek
babasına benzemeye başlamıştı…” (S 96). Baba oğul ilişkisi, bir çeşit can dostu
– can düşmanı ilişkisidir yazara göre, nitekim babasını öldürmek istediğini
belirtmesinin hemen ardından Mahmut, “onunla güreşmek, bir an için olsun baba
kokusunu duymak, bu ellerde gizemli bir kudret bulduğundan” onlara dokunmak
istermiş (s 77). Buna benzer örnekler çoğaltılabilir: Barışma ikliminde yazar
babasını şefkatle karşılarken onu öldürmek isteğini yeniden hatırlar. Sonra da
“ilk kez o anda bağışlamak istemiştim babamı!” (s 149) diyerek onunla barışmak
için en büyük adımı atar. Artık romanın sonuna doğru, Mahmut babasıyla
barışmıştır. Öte yandan yazar, Mahmut’un babasına işinde yardımcı olmasından
bahsederken, “Mahmut hiç öğünmez olur muydu babasıyla, nitekim yükleme
işlerinde yirmi dakika yerine dört beş saat tehir olur muydu hiç?” diyerek
babasına arka çıkmaktadır (s- 173).
Romanın ruhuna uygun olarak
Suat, babasının yanında çok ender olarak mutlu olmuş, çoğu zamansa iletişimleri
sorunlu olmuştur. Suat’ın ilk mutluluklarından biri, çocukluğunda baba kokusunu
ilk kez duymasıdır baba kucağında... Bunu ifade etmek için, “...çıraya rağmen
babamın kokusunu ilk kez o gün duymuştum çünkü, babam o sırada 'baba' gibi
kokuyordu da...” diyecektir (s 24). Yaşadığı mutlu anlardan bir diğeri
ise, babasıyla taş atma oyunu
oynamasıdır; Suat hesap dersinden sınıfta kalmasına rağmen babası ona hiç
kızmamış ve onunla oyun oynamıştır (s 19). Ancak babasıyla çoğu zaman da sorunlar yaşamıştır.
Örneğin ilk rahatsızlıklarından birini anlatırken Suat; “...ama zaten babam bir
kızıyor bir övüyordu beni ve ben onu hiç anlayamıyordum artık...” demektedir (s
35. Buna ek olarak, hemen tüm baba ile oğul arasında görülen rekabet duygusu burada
da görülüyor: Suat’ın babası geliniyle ilk karşılaştığında, “Oğlumun yaptığı
karakalem resimden çok daha güzelmişsin!” der. Oğulun babaya duyduğu tepkiyi en
iyi anlatan olaylardan biri de Suat’ın, babasının kendisi için yapmış olduğu tüm
masrafları ödeyerek onunla sonsuza kadar bağını koparmak, böylece içinde kalan
o tek duyguyu, (…) hâlâ duymakta olduğu ‘minnet’ duygusunu yok etmek” istemesi
gösterilebilir (s 86). Bu sorunlu gidişe bir son vermek, babasının son
günlerine denk düşer. Eczacı Hafıza Mustafa artık işe gidemeyecek kadar
hastadır ve bu nedenle onunla çatışmanın bir anlamı kalmamıştır. Böylece de
Suat kendisini babasına kabul ettirmeye başlamıştır. Eczanenin alacaklarını
alıp borçları ödedikten sonra babasına verdiği para için, “’Oğlum bu para
senin, sen beni son kez eczaneye götür yeter!’ demekle yetinmiş babası,”
gittikleri eczanedeyse, “...tabii o böyle konuşurken baba oğul birbirlerine
arkalarını dönmüş olabilirlerdi, o sırada her ikisinin de gözyaşlarını
tutamayıp ağladıkları anlaşılmasın diye!” diyerek Suat’ın babasıyla
barıştıklarını ilan eder bize yazar (s 146-147). Bu barışma, tüm çözümlerin ve tüm barışmaların
başlangıcıdır.
Yakından bakıldığında Mahmut’la babası arasındaki ilişkinin, Suat’ın
babasıyla olan ilişkisi kadar içaçıcı olmadığını görüyoruz, ama sonuç daha umut
vericidir. Yazar, Mahmut’un babasından
yakınmasını şu şekilde anlatır: “Kendisi ne yapmıştı ki, bir günden bir güne
elinden tutup çalıştığı yere mi götürmüş, korktuğunda kucağına mı almıştı,
harçlıklarını bile annesi verirmiş Mahmut’un da, bir babası olduğunu anlamak
için ödül yerine azarını bile özlermiş onun, bir telefon, hatta telefonu bırak,
iki satır yazmış olsaymış mektubunu kırk yıl cebinde saklarmış,” diye yazar (s
85). Buna ek olarak yazar şöyle bir serzenişte bulunur Suat’ın ilgisizliğine
ilişkin olarak: “…ağıldan bozma cezaevinde soğuktan titrerken kendisini
hatırlamış mıydı sanki babası, hele şimdi koğuşun kapı altlarından giren kar
tanelerini anlatsaymış Mahmut, özgürlüğün ne demek olduğunu anlayabilir miymiş
acaba?”(S 91). Suat’la Mahmut’un kopukluğu bunlarla sınırlı değildir; çünkü
Mahmut annesinin ölümünden babasını sorumlu tutar ve bu nedenle babasına olan
güvenini yitirmiştir. Nitekim buna ilişkin olarak Mahmut, “babam ne yapar eder,
kurtarır diyordum o gün annemi, …” der; ama babası annesini kurtaramamıştır(s
178). Görünürde bu nedenle babasına duyduğu öfkeyi, “ilk işim bir tabanca almak
olacak, çünkü buraya bir dahaki gelişim onu öldürmek için olacak!” diyerek
ifade eder (s 185). Mahmut, babasının kendisine yaklaşmasına izin vememesi nedeniyle
onu ikinci kez hayalinde öldürür: “...gözlerinin yeşili ne zaman kaybolmuş, ne zaman ölmüştü
babası, doğrusu artık hiç hatırlamıyormuş Mahmut! (s 29). Belki de adaleti
sağlamak için kendi kafasında, annesi öldüğünde herkese babasının öldüğünü
söylemiştir. “...hani annesi öldüğünde ve sonra da bu yüzden kim arayıp soracak
olsa öldüğünü söylememiş miydi babasının, tabii ki ölmemişti babası ama her
oğul babasını bir kez öldürür, öldürmek ister...” (s: 76). Tüm bu kapkara
tabloya rağmen Mahmut büyük sıkıntılar, büyük acılar çekerek sonunda kendi
babasından farklı olarak sadece babasıyla değil, ailedeki tüm babalarla
barışır. Bunu kitabın sonuna doğru söylediği şu cümleden anlıyoruz: “…sonunda
çektiğim azabı babamla dedeme yüklemekle yanıldığımı anladım…” ( s 196).
Keza oğluyla olan ilişkisinde de yukarda dile getirilen baba
ilgisizliğinin sözkonusu olduğunu ima etmekle birlikte, baba olarak bu
ilişkinin kötü sonuçlanmasıyla ilgili daha çok kendini savunmaktadır: “Neden
hep oğullar uğraşıp duruyorlarmış ki babalarına kendilerini kanıtlamak için,
babalar öğütlerde bulunur ya da yalnızca buyurur, evlat dediğin böyle yetişir
dedikleri için olabilirler miymiş acaba…”(s 38). Toplumun erkek çocuğu
yetiştirme yöntemini eleştiren Mahmut, daha da
ileri giderek determinizm felsefesinden destek alır: “Belki de kendimi
koruma adına haksızlık yapıyordum yine ama babamın dedeme ilişkin anlattıkları
önce kendisiyle, sonra benimle ve sonra da oğlumla benim aramdaki ilişkiyi
belirlemiş olmayacak mıydı, çünkü her çocuk gördüğü örnekle yetişir sonuçta!”
(s- 142) demektedir. Kendini bu şekilde savunmasına karşın, Mahmut’un oğul
acısı o kadar büyüktür ki, rüyasında bir kadın “kocaman bir dikeni saplayınca
eline, aynı anda rüyasına giren oğlunun acısıyla uyanmıştı o gece!” (s-79). Bu
açıklamalarla oğlunun intiharını kendisine açıklayamayan Mahmut, bu nedenle
düşünmeye ara vermeden devam etmiş ve kitabın sonuna doğru babasıyla olan
ilişkisini oğluyla ilişkisine bağlayarak şu şekilde açıklamıştır: “...oğlunun
kendisinden alamadığı intikamı babasından almak için planlar yapmaya başlamış,
yaşadığı azaptan kurtulmak için dedesinden başlayarak sürüp giden bu irini yok
edeceğini sanmış...”(s-76). Buradan Mahmut’un oğlunun kendisinden intikam alması
gerektiğini, ancak bunu bilinmeyen çeşitli nedenlerle alamadığı için bu öldürme
dürtüsünün kendisine yöneldiğini ve bu yüzden intihar ettiğini düşündüğünü
çıkarabiliriz. Çünkü Mahmut’un oğlu babasını öldüremeyince intihar etmiştir:
“...zaten öldürmek istediğin birinin yerine kendini öldürmenin adı değil midir
intihar?” (S 148)
)