5 Nisan 2014 Cumartesi

Bellek (6/11)

        Eserde bellek, hem bir karakter hem de her şeyi bilen ve yöneten bir varlık konumundadır. Yenidoğanda bellek, yalnızca genetik kodlardan oluşur. Onun dışında bomboştur, yaşanmışlıktan yoksundur. Benliğin ve organizmanın isteklerine göre öne çıkar ya da geride kalır. Bu gün geride kalan yarın öne çıkabilir. Yani yetişkin insanın ya da canlının belleğine güvenilmez; çünkü işine geldiği gibi gösterir kendini; hatta bazen insanda bellek ölür de kendisi ölmez! Demans hastalarında böyledir. Onlar bir bakıma belleklerini yeni kayıtlara, yeni olgulara, yaşanmışlıklara, yani yaşama kapatmıştır. Eski kayıtlara, deyim yerindeyse tozlu, eski dosyalardan oluşan kişisel bir arşive dönüşmüşlerdir artık. Ölüler de böyle değil midir? Onlar da yeni bir şey ekleyemezler belleklerine, çünkü yeni deneyimleri olmayacaktır, ne kadar taze ve genç olursa olsunlar! Bu durum, bir bakıma ölülerin bazı canlılardan pek de farklı olmadıklarını gösterir. Ancak onu özleyen için muhteşem bir telafi, tanrısal bir yeniden yaratı durumu ortaya çıkabilir: Ölülerin belleklerini arşivlemek, dillendirmek, yeri gelince onların başkalarında yaşadıklarını göstermek onların  yakınlarına düşmektedir. Demans hastalarında olduğu gibi yaşayan bazı insanların diğerlerini asla dinlemeden kendi bildiklerini okuyan bellekleri ise 'sağır'dır. Sizin emrinizde değildir, bağımsız bir birey, kimseden etkilenmeyecek kadar özgür bir kişilik gibi… Yaşayan insanların ölü belleklerinden farklı olarak ölülerin yaşayan bellekleri ise, onları sevenlerin belleklerinde parlamakta ve orada yaşamaktadır. Unutmak acıdan kaçmaktır, der yazar, insan acılarıyla bütündür, aksi halde eksik kalır diye ekler, yani insan acılarıyla yaşamayı öğrenmeli, onları yok saymamalı, başına gelenleri unutmayarak deneyimlerini gelecek nesillere taşımalı ve her neslin aynı acıları çekmesinin önüne geçmelidir.       
            Romanda bellek her şeyi kontrol eden bir konumdadır. Romanın örgüsünü oluşturan geçmiş olaylar ya demans hastası olan Suat’tan ya da kaos durumundaki belleği kendisine isyan etmiş oğlu Mahmut’tan gelmektedir. Suat’ın belleği kendine göre bir düzen tutturmuş, kimseyi dinlemeden, dinlese bile anlamadığı için kendi bildiğini okuyan, normal çağrışım kurallarını alt üst eden bir yöntemle çağrışıp duran bir bellektir. O nedenle Suat’ın anlattıkları kimi zaman sırasını yitirir, nitekim de roman için en önemli olduğunu sandığımız bir olayın romanın en sonunda verildiğini görür ve buna da Suat’ın çok sevdiği kızı Hilal’in doğumunu örnek gösterebiliriz (s 177). Yazarın kullandığı ikili anlatıcı tekniği ve önemli olayları haber verirken kullandığı olabilirlik kipi ve temel bilgi kaynağı olan Suat’ın sorguya çekilememesi, yani sağır belleği yüzünden her iki anlatıcının da her şeyi bilmedikleri duygusu uyandırır okuyucuda: “Kuşkusuz Suat Bey de aynen böyle konuşmuş olabilirdi o günlerde…” (s 17). Yazar yaşayan insanları belleklerini kaybettikleri için eleştirmekte ve “sonra da ölenlerini bir an için hatırlayıp unutuvermişlerdi (…) şimdi insanların belleklerinde yalnızca numaralar vardı” demekte ve eklemektedir: “Hayır, Mahmut asla unutmayacakmış, çünkü o yalnızca kendi doğrusunu arıyormuş” (s 44-45). Ayrıca Suat’ın kör belleği "gerçekten tuhafmış, çünkü babası neredeyse kendi adını bile hatırlamıyormuş ama garın yemekhanesine çıkan merdivenlerindeki basamak sayısını  ezbere söyleyebiliyormuş…” (s-89). Yazar “…söylenenlerin kaç zaman önce söylenenlerden çıkageldiğini ve yine söyleneceklere ekleneceğini ve sonra gün olup unutulacağını bilerek hem de…” ( s 162) diyerek, aynen Suat’ın belleğinde olduğu gibi belleğin insanın kimi zaman kâbusu olup peşini bırakmayacağını vurgulamaktadır.
            Kontrolsüz, deli belleğin varlığını insana en çok hissettiren, doğrusu belleğin önemini öne çıkaran, onun yokluğunu da kendi içinde taşımasıdır, yani yokluğun varlığı, boşluğun varlığı ve hatta alttan alta yokluğun varlıktan daha önemli hal alması durumu... Yani yaşlılık ve güçsüzlük olmasaydı, gençlik kavranamaz, ölüm olmasaydı yaşam anlaşılamazdı. Belleğin antitezi de unutmaktır. Unutmak olmasaydı, bellek bu kadar ortaya çıkıp kendisini gösteremezdi. Nitekim Melih Ergen de bunun farkında olduğu için eseri boyunca bu kavramı sık sık kullanmıştır. Dahası, unutmak kavramı eserde bellek kavramından daha sık geçmektedir, üstelik eserin tam da merkezinde bellek kavramı bulunmasına karşın! Gerçek ölümün unutulmakla gerçekleştiğini düşünmektedir Suat; ölmekten değil de unutulmaktan korkmalıyız mesajı verir romanın 7. sayfasında. Böylece kalıcı bellek, yara almayacaktır başka bir deyimle…
Unutmak acılardan kaçmak amacıyla gerçekleşir: Suat’ın annesi o daha bir yaşında öldükten sonra babası annesinden hiç söz etmemiş, sonuç olarak da yaşadıklarını tamamen unutup belleğinden silmiştir. Aynı durum Suat’ın da başına gelmiştir, “Saliha’nın ölümünden bu yana ne varsa her şeyi unuttum!" diyerek.. (s 28). Mahmut ise babasını, muhtemelen annesini kurtarmadığı için unutmuştur: “…gözlerinin yeşili ne zaman kaybolmuş, ne zaman ölmüştü babası, doğrusu artık hiç hatırlamıyormuş Mahmut!” (s 29). Yazar, burada ölülerin canlı belleklerinin önemini vurgulamak için olduğuna inandığım bir şekilde, canlı insanların ölü belleklerini öne sürmektedir. Böylece okuyucu, kötünün iyisini seçmekle karşı karşıya bırakılır ve elbette okuyucu çok daha insani olan ölülerin canlı belleğini seçecek, yazar da bundan haz alacaktır (s 51). Böylece yazar insanların belleklerini acıdan kaçmak  adına öldürdüklerini belirtmekte, asıl bunların 'hayattan caydıklarını', yani intihar ettiklerini söylemektedir. Saliha ise hiçbir şeyi unutmamıştı ama unutulmuştu ve unutulmak ölmekden beterdir dediği için intihar etmiştir (s 52). Mahmut ise babasının tersine belleğini olabildiğince 'canlı' tutacak, böylece oğluyla annesinin 'ölümüne' izin vermeyecektir. Nitekim, “…bense hiçbir şeyi unutmadım, bundan böyle de unutmayacağım ve asla ona (Suat’a)  benzemeyeceğim!” demektedir (s 56). Çünkü Mahmut, unutmayı intihara denk görmektedir. “Ne var ki unutmak da bir tür intihar etme biçimi değil miymiş, bile isteye unutmak yani…" (s 94 ve 201) Hatta Mahmut bundan utanç duymakta ve bunu espirili bir şekilde anlatmaktadır 97. sayfada. Zaman zaman Mahmut da acılar içinde kaldığında serap görerek hayal alemine sığındığında özellikle unutmak ve böylece acılardan, geçmişinden kurtulmak ister: “…dalgalar yüzümü/gözümü/üstümü kapladığından geçmişimi de silip süpüren bir selin içinde kaybolduğumu sanmıştım,” der (S 164). Hatırlanmak ölüme karşı tek kozudur insanın; çünkü, “...zaten insanoğlu dediğin de hatırlandıkça yaşayan bir yaratıktır…” diye ekler (s 199). Yazar unutmaya şiddetle karşıdır, çünkü acıları onu kendisi kılmıştır ve onları unutmak ölmekten beterdir. Bu nedenle o “ölülerini her gün törenlerle anarak yaşamaya razıdır” (s 204). Muhtemelen yazar, acılarıyla yaşayanları böylesi acılara dayanamayıp intihar ettikleri için artık kınamamaktadır. (s 204).
Sonuç olarak ölenlerinin anılarıyla yaşayanlarla ölümün bellek zeminindeki amansız mücadelesi olarak özetlenebilecek olan bu roman, muhteşem bir barışmayı konu almaktadır. Ölüm ve ölülerle sağlanan bu büyük ve evrensel barış, ölüm korkusuna da vurulmuş büyük bir darbedir ve 'sağır bellek'in yenilgisiyle son bulur. Yaşarken ölmenin hiç gereği yok demek istemektedir yazar, acıya katlanmak bizi en çok insan yapan özelliğimizdir ve bundan kaçamayız. Üstelik de bundan kaçarken geleceğimize karşı olan sorumluluklarımızdan da kaçıyor, insanlığımızı tehlikeye atıyoruz diyerek okuyucuyu derinden sarsmaktadır. 

Önceki Sayfa                                                                             Sonraki Sayfa








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder