1 Nisan 2014 Salı

Karakterler (2/11)

              Romandaki başlıca karakterler yazarın kendisi, Mahmut, babası Suat, onun babası Eczacı Hafız Mustafa, Suat’ın karısı Saliha ve Derviş, hatta bellektir. Yazar, olayları güncel açıdan anlatan romandaki en yüzeysel kişidir. Mahmut’u kollamaktır görevi, sanki Mahmut’un yaşamdaki silüeti, görünümüdür. Mahmut’un babası Suat, romanın merkezindeki karakterdir: Geçmişin altyapısını bugüne o taşır kontrol edemediği belleğiyle. Sanatçı ruhludur; romanın merkezindeki tüm olumlu olumsuz olgular, onun ve karısının yaşantısından süzülüp gelmiştir.  Hafız Mustafa, eczacıdır. Romandaki en dengeli, dalgalanması olmayan, kimseyle hesaplaşması bulunmayan karakterdir. Geleneklere yaslanarak bir yaşam sürer. Toplumsal doğallık içinde sürmektedir tüm yaşam gaileleri ona göre. Yaşamını tamamen buna göre sürdürür. Ancak yine de romanın tüm geçmiş ve belleksel altyapısı onun yaşamından kaynaklanır. Romanın özelliği gereği çok şey birbirine yakın, aynı zamanda bir o kadar uzak ve ayrıdır. Bu nedenle karakterler de zaman zaman birbirine girmektedir. Derviş’in de Mahmut’un bir başka parçası olduğunu düşünmek hiç de fantazi sayılmaz. Derviş bir bilge kişidir. Sürekli aynı şeyi söyler ve böylece Mahmut için bir pusula, hatta bir çeşit umut haline gelir. Mahmut’un annesi Saliha, babasının aşık olduğu kadındır. Ama Suat’ın buna karşılık bulduğu söylenemez. Saliha’nın büyük aşkı ve amacı çocukları değil, onların donanımlı yetiştirilerek yaşama hazır kılınmasıdır. Saliha, aşkı gelgeç bir kavram olarak görür ve bu yüzdendir ki Mahmut ilk aşkını annesinde yaşayamamıştır. Mahmut; yazarın bir bakıma acılarıyla, geçmişiyle, genleriyle, babasıyla, kendisiyle ve korkularıyla başbaşa kalmış, tüm bu sorunlarla müthiş bir hesaplaşma içine girmiş versiyonudur. Hayalle gerçek arasında gidip gelmektedir. Gerek babasının yaşamından kaynaklanan, gerekse kendi yaşamında oluşan ve sonunda Mahmut’u da saran tüm bu acılar ona babasından ve annesinden miras kalmıştır; ama o bu acıları hiç bir kişiye miras bırakamayacaktır! Mahmut bu trajedinin tam ortasında bulur kendini; başlangıçta bu “lanet”e boyun eğip acılarını yaşar. Yaşadıkça direncinin arttığını görür ve kendisini sarıp sarmalayan bu lanetin kendisini alt etmesine izin vermez ve sonunda evrensel bir çıkış yolu  bulur.
            Sözü edilen bu karakterlere ek olarak belleği de karakterlerden biri gibi görmekteyiz romanda; öyle ki romanın altyapısını aynen bir birey gibi kimsenin kontrol edemediği bir bellek vasıtasıyla öğreniriz. Bu,  W. Benjaminin deyişiyle “İrade dışı bellek”tir; yani bireyleşmiş, kendini istediği zaman hatırlatan bellek. Suat ne zaman bir şey 'anımsasa', bu anımsadığı yaşadığı bir olguya denk düşmektedir. Bu iradeli unutma eylemi, yani acılardan kaçmak için onları yok sayma eylemi, Suat’a 'Sağır Bellek' olarak geri dönmüş ve sadece Suat’ı yönlendirmekle kalmamış, romanın tam merkezine oturmuş ve her şeyi belirler konuma yükselmiştir.
            Derviş karakteri, kanlı canlı bir kişi olmasa da, hatta zahiri bir kişi olsa da, okuyucuya eserin her yerinde olduğu izlenimini vermektedir. Sanki bu kişi sıkıntılardan ve çektiği acılar yüzündün artık içinde barınamayacağı yazarın kişiliğinden kopmuş bir parçasıdır. Bu parça; yazarın sağduyusu, akıl ve mantığı, hatta vicdanı olarak düşünülebilir. Dahası yazarın son çare olarak başvurduğu bir umut kaynağıdır, ancak bu karakter de Mahmut’un içinde barınamamaktadır artık! Adından da anlaşılacağı üzere Derviş, kanlı canlı bir kişi olmamasına karşın bir yol gösterici olarak algılandığından romanda, Mahmut için de önemli bir kişi olduğu açıktır. Nitekim 23. sayfada şöyle demektedir yazar: “Oğlunu bulmak umuduyla Derviş’e uğramayı düşünür Mahmut.” Ancak Mahmut’un Dervişten umut yakarışı sadece oğluyla da sınırlı değildir: 78. sayfada Mahmut Derviş’e “...ama sen söyle bari Derviş, oğlumu bulacağıma inanmadan nasıl yaşarım!” diye seslenir. Yani Derviş, Mahmut için bu denli yaşamsal bir anlam taşımaktadır. Aşağıdaki satırlardan ise Mahmut’un Derviş'i bir sağduyu, yol gösterici hatta bir çeşit üst benlik olarak gördüğü çıkarılabilir: “Umutlarını yitirenler kör inançların peşinden  koşarmış ama o 'baba' diyerek Derviş’in yanına koşmuştu önce, Derviş'se ona, "Ne ararsan kendinde Mahmut, sorarsan bilmem ama sormazsan söylerim," diyerek yanıt verir (s-38). Yani, Derviş, “Söylediklerim değil, söylemediklerimdir asıl olan, hüner bilmek değil, bildiklerine katlanmaktır,”demektedir. Böylece Derviş, Mahmut’u “Ne ararsan kendinde ara!” (Hacı Bektaş Veli) noktasında ikna etmektedir. Çünkü Mahmut, “Bildiklerine katlanacaktır” artık!

Önceki sayfa                                                                                                  Sonraki Sayfa



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder