Romandaki
başlıca karakterler yazarın kendisi, Mahmut, babası Suat, onun babası Eczacı
Hafız Mustafa, Suat’ın karısı Saliha ve Derviş, hatta bellektir. Yazar,
olayları güncel açıdan anlatan romandaki en yüzeysel kişidir. Mahmut’u
kollamaktır görevi, sanki Mahmut’un yaşamdaki silüeti, görünümüdür. Mahmut’un
babası Suat, romanın merkezindeki karakterdir: Geçmişin altyapısını bugüne o
taşır kontrol edemediği belleğiyle. Sanatçı ruhludur; romanın merkezindeki tüm
olumlu olumsuz olgular, onun ve karısının yaşantısından süzülüp gelmiştir. Hafız Mustafa, eczacıdır. Romandaki en dengeli,
dalgalanması olmayan, kimseyle hesaplaşması bulunmayan karakterdir. Geleneklere
yaslanarak bir yaşam sürer. Toplumsal doğallık içinde sürmektedir tüm yaşam
gaileleri ona göre. Yaşamını tamamen buna göre sürdürür. Ancak yine de romanın
tüm geçmiş ve belleksel altyapısı onun yaşamından kaynaklanır. Romanın özelliği
gereği çok şey birbirine yakın, aynı zamanda bir o kadar uzak ve ayrıdır. Bu
nedenle karakterler de zaman zaman birbirine girmektedir. Derviş’in de
Mahmut’un bir başka parçası olduğunu düşünmek hiç de fantazi sayılmaz. Derviş
bir bilge kişidir. Sürekli aynı şeyi söyler ve böylece Mahmut için bir pusula,
hatta bir çeşit umut haline gelir. Mahmut’un annesi Saliha, babasının aşık
olduğu kadındır. Ama Suat’ın buna karşılık bulduğu söylenemez. Saliha’nın büyük
aşkı ve amacı çocukları değil, onların donanımlı yetiştirilerek yaşama hazır
kılınmasıdır. Saliha,
aşkı gelgeç bir kavram olarak görür ve bu yüzdendir ki Mahmut ilk aşkını
annesinde yaşayamamıştır. Mahmut; yazarın bir bakıma acılarıyla, geçmişiyle,
genleriyle, babasıyla, kendisiyle ve korkularıyla başbaşa kalmış, tüm bu
sorunlarla müthiş bir hesaplaşma içine girmiş versiyonudur. Hayalle gerçek
arasında gidip gelmektedir. Gerek babasının yaşamından kaynaklanan, gerekse
kendi yaşamında oluşan ve sonunda Mahmut’u da saran tüm bu acılar ona
babasından ve annesinden miras kalmıştır; ama o bu acıları hiç bir kişiye miras
bırakamayacaktır! Mahmut bu trajedinin tam ortasında bulur kendini; başlangıçta
bu “lanet”e boyun eğip acılarını yaşar. Yaşadıkça direncinin arttığını görür ve
kendisini sarıp sarmalayan bu lanetin kendisini alt etmesine izin vermez ve
sonunda evrensel bir çıkış yolu bulur.
Sözü
edilen bu karakterlere ek olarak belleği de karakterlerden biri gibi
görmekteyiz romanda; öyle ki romanın altyapısını aynen bir birey gibi kimsenin
kontrol edemediği bir bellek vasıtasıyla öğreniriz. Bu, W. Benjaminin deyişiyle “İrade dışı
bellek”tir; yani bireyleşmiş, kendini istediği zaman hatırlatan bellek. Suat ne
zaman bir şey 'anımsasa', bu anımsadığı yaşadığı bir olguya denk düşmektedir.
Bu iradeli unutma eylemi, yani acılardan kaçmak için onları yok sayma eylemi,
Suat’a 'Sağır Bellek' olarak geri dönmüş ve sadece Suat’ı yönlendirmekle
kalmamış, romanın tam merkezine oturmuş ve her şeyi belirler konuma
yükselmiştir.
Derviş
karakteri, kanlı canlı bir kişi olmasa da, hatta zahiri bir kişi olsa da,
okuyucuya eserin her yerinde olduğu izlenimini vermektedir. Sanki bu kişi
sıkıntılardan ve çektiği acılar yüzündün artık içinde barınamayacağı yazarın
kişiliğinden kopmuş bir parçasıdır. Bu parça; yazarın sağduyusu, akıl ve
mantığı, hatta vicdanı olarak düşünülebilir. Dahası yazarın son çare olarak
başvurduğu bir umut kaynağıdır, ancak bu karakter de Mahmut’un içinde
barınamamaktadır artık! Adından da anlaşılacağı üzere Derviş, kanlı canlı bir
kişi olmamasına karşın bir yol gösterici olarak algılandığından romanda, Mahmut
için de önemli bir kişi olduğu açıktır. Nitekim 23. sayfada şöyle demektedir
yazar: “Oğlunu bulmak umuduyla Derviş’e uğramayı düşünür Mahmut.” Ancak
Mahmut’un Dervişten umut yakarışı sadece oğluyla da sınırlı değildir: 78.
sayfada Mahmut Derviş’e “...ama sen söyle bari Derviş, oğlumu bulacağıma
inanmadan nasıl yaşarım!” diye seslenir. Yani Derviş, Mahmut için bu denli
yaşamsal bir anlam taşımaktadır. Aşağıdaki satırlardan ise Mahmut’un Derviş'i
bir sağduyu, yol gösterici hatta bir çeşit üst benlik olarak gördüğü
çıkarılabilir: “Umutlarını yitirenler kör inançların peşinden koşarmış ama o 'baba' diyerek Derviş’in
yanına koşmuştu önce, Derviş'se ona, "Ne ararsan kendinde Mahmut, sorarsan
bilmem ama sormazsan söylerim," diyerek yanıt verir (s-38). Yani, Derviş,
“Söylediklerim değil, söylemediklerimdir asıl olan, hüner bilmek değil,
bildiklerine katlanmaktır,”demektedir. Böylece Derviş, Mahmut’u “Ne ararsan
kendinde ara!” (Hacı Bektaş Veli) noktasında ikna etmektedir. Çünkü Mahmut,
“Bildiklerine katlanacaktır” artık!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder